Merkez-çevre çatışması bağlamında AK Parti ve CHP ilişkisi

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Siyaset biliminde öyle kavramlar vardır ki ("sınıf çatışması", "hegemonya", "istisnai durum", "dış tehdit" gibi) bir durumu açıklamak için ortaya atılırlar; ancak sahip oldukları işlevsel içerik ile bir çok olayın açıklanmasında başvurulabilen anahtar kavram özelliği taşırlar.

İşte İngiliz siyaset bilimci Edward Shils'in geliştirdiği ve Şerif Mardin'in Türkiye siyasetine uyarladığı bu merkez-çevre kavramı da böyle bir niteliğe sahip.

Burada merkez kavramı ile devletin önceliğini her şeyin önüne koyan, kendilerini sistemin sahibi olarak gören ve devletin hayati öneme sahip ekonomik, siyasi ve hukuki kurumlarının denetimini elinde tutan elit bir yönetici sınıf kastedilir.

Merkez için kilit konumda yer alan kurumlar devletin kurucu felsefesini  temsil eden ordu, emniyet teşkilatı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu, TRT Genel Müdürlüğü ve Yüksek Öğretim Kurumu gibi kurumlardır.

Yanı sıra, ekonomik kurum ve kuruluşların denetimi de merkez için büyük bir önem arz eder.

Çevre ile kastedilen ise yönetilen pozisyonundaki geniş toplumsal kesimlerdir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye gibi sonradan modernleşen, halkın bu modernleşme sürecinin bir parçası haline gelmediği ve  modernleşmede içkin değerlere yabancı kaldığı toplumlarda yöneten elit sınıf (merkez) ile halk (çevre) arasında bir yabancılaşma ve bir birine güvenmeme durumu ortaya çıkıyor.

Ta Osmanlı'dan başlamak üzere merkezi elinde tutan küçük azınlık yönetici sınıf halkı her zaman sistem için bir tehdit olarak gördü.

Osmanlı, bu anlamda güçlü bir bürokratik kadro ile çevreyi merkezden uzak tutmayı başarabildi.

Tabii ki Osmanlı'daki merkez-çevre çatışmasının nedeni modernleşmenin beraberinde getirdiği değerler konusunda yönetenler ile yönetilenlerin bir birine yabancılaşması değil; daha çok küçük bir yönetici sınıf eli ile devletin bekasını ve "ihtişam"ını güven altına almaktır.

Modernleşmenin merkez-çevre çatışmasına etkisi daha çok cumhuriyetin kuruluşu ile başlar.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde yeni kurulan devlet, toplumun yabancısı olduğu yeni bir sosyal, ekonomik ve siyasal paradigmayı benimsedi.

Bu yeni paradigmanın temsilcisi Kemalist kadrolar, çok partili hayata geçildiği tarihe kadar sistem için tehdit olarak gördüğü çevreyi merkezden uzak tutabildi; ancak çok partili hayata geçiş sonrası toplumun dini duygularına hitap ederek oy devşirmeye çalışan sırasıyla Menderes, Demirel ve Özal iktidarları döneminde çevre kısmi olarak merkezde kendisine yer bulabildi.

Ancak Menderes olsun, Demirel olsun hatta Özal dahi merkezin hassasiyetlerinin farkındaydılar; her ne kadar çevrenin oyu ile iktidara gelmiş iseler de özellikle Menderes ve Demirel, Kemalizm'in rejime ilişkin kaygılarını paylaşıyorlardı ve bunun için de onlar da merkezin bütünüyle çevreye açık hale getirilmesine sıcak bakmazlardı.

Dolayısıyla bu dönemlerde de "komünizm", "bölücülük" ve "rejim düşmanları" söylemi etrafında merkez, büyük ölçüde Kemalist kadrolar tarafından kontrol edilip çevrenin bileşenlerinin birer parçasını oluşturan muhafazakarlar, radikal sol, aleviler ve Kürtler merkezden uzak tutulabildi. 

Ancak 2002'ye gelindiğinde bambaşka bir süreç yaşanmaya başladı.

"Muhafazakar çevreyi" önemli ölçüde temsil eden AK Parti, iktidara gelir gelmez merkezi temsil eden kesimler endişelenmeye başladılar, CHP kadroları bunların başında gelmekteydi. 

AK Parti, iktidarının ilk dönemlerinde merkezdekilerin kaygılarını dikkate alacak bir yönetim politikası izledi.

Ancak özellikle ekonomide gösterdiği başarı ile toplumun büyük bir kesiminin desteğini garantileyen AK Parti, bir süre sonra -ordu hariç- merkezi temsil eden mevcut kadroları tasfiye ederek buraları çevrenin değerlerini temsil eden muhafazakar kadrolar ile ikame etti. 

Böylece cumhuriyetin kurucusu ve merkezin temsilcisi Kemalist kadrolar cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana ilk defa merkezin dışına atılırken cumhuriyet tarihi boyunca sistem için bir tehdit unsuru olarak görülen "muhafazakar çevre" merkezde kendisini konumlandırdı.

Bir başka ifade ile merkez ve çevre yer değiştirdi.

İşte hepimizin yıllardır şahitlik ettiği AK Parti ile CHP lider kadrolarının karşılıklı kavgada edilmeyecek hakaret dolu sözlerini, yerine göre bir birlerine selam dahi vermemelerini, partiler arası bir geleneğe dönüşmüş bayramlaşma ziyaretlerine dahi gitmemelerini içeren sert muhalefetin nedenini burada aramak gerekir. 

Görünüşü bakılırsa AK Parti ekonomiyi iyi yönetemediği, kayırmacılık yaptığı, hukuku uygulamadığı, yolsuzluklara bulaştığı için CHP'nin sert muhalefetine muhatap oluyor.

Yine görünüşe göre CHP, tarihsel geçmişinde ekonomide pek başarılı olamadığı, ülkeyi yönetmeyi beceremediği, topluma tepeden baktığı için AK Parti'nin sert eleştirilerine maruz kalıyor. 

Bu, aysbergin görünen yüzü.

İki parti arası uzlaşmaya imkan vermeyen söz konusu söylemin arkasında çok daha yapısal bir sorun bulunuyor.

Bir ülkenin iktidar partisi ile ana muhalefet partisi liderlerinin ancak 8 yıl aradan sonra görüşmeleri başka nasıl açıklanabilir. 
 


İki parti arasındaki bu sert muhalefetin asıl nedeni şu: 

Merkezi kimler kontrol edecek, muhafazakarlar mı Kemalistler/modernistler mi?

Bugün görünürde "ben senden daha iyi yönetirim" üzerinden yürütülen tartışmanın arkasında yatan asıl tartışma bu.

Yani merkezi kimin kontrol edeceği, merkezin kimin değerleri ile temsil edileceği meselesidir.

AK Parti, temsil ettiği değerler itibarıyla merkezde muhafazakar değerlere sahip bir kadronun bulunmasını istiyor.

Bu anlamda CHP'nin temsil ettiği sosyal ve siyasal anlayışı kendi değerler dünyası için bir "tehdit unsuru" olarak görüyor. 

Aynı şey CHP için de  geçerli.

CHP de seküler, modern ve laik değerleri temsil edecek bir merkez istiyor.

AK Parti'nin temsil ettiği değerleri sistemin bekası açısından "tehdit" olarak algılıyor. 

Gerçi "muhafazakar çevre" şu an için sadece fiziki olarak merkezde konumlanmış durumda; yoksa kendi değerlerini, yaşam tarzını merkeze taşıyabilmiş değil.

20 yıllık AK Parti iktidarının kazandırdığı bazı deneyimler ve son yıllarda muhafazakar çevrenin gönlünü almaya yönelik geliştirdiği dil, bu dilin kullanımı sonrasında son seçimlerde elde ettiği başarı CHP'yi AK Parti karşısında yaptığı sert muhalefet dilinden uzaklaştırıyor.

Gelişmeler öyle gösteriyor ki CHP, belli sınırlamalar içinde "muhafazakar çevre"nin merkezde temsil edilmesini, kerhen de olsa, hoş görecek.

Ancak AK Parti, CHP'nin bu çıkışına nasıl tepki verecek, iki parti "merkez sorunu" konusunda bir yerde uzlaşmaya varabilecek mi?

Çok zor görünüyor ama bunu yine de zaman gösterecek. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU