Askeri rüştiyelilerin ya da Mustafa Kemal'lerin hikâyesi

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Dekrabistlerin hikayesinden sonra bu hikayemiz Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çöküş döneminde geçiyor.

Fransız devriminin rüzgârı tüm Batı ülkelerini ve Rusya'yı etkilediği gibi, -geç de olsa- Osmanlı padişahlarını da etkiliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

III. Selim'den II. Abdülhamit'e

7 Nisan 1789 ile 29 Mayıs 1807 yılları arasında hüküm süren padişah III. Selim, Osmanlı'nın kötü gidişatını fark ediyor, devlet otoritesini yeniden sağlamaya çalışıyor.

III. Selim'in bulduğu çözüm: siyasi, askeri, ekonomi, kültür ve eğitim alanlarında ıslahat (yenilenme) yaparak devleti modernleştirme oluyor.  

Fransız askeri düzenine uygun bir şekilde ordunun yenilenmesinin de içinde olduğu Nizam-ı Cedit projesini hazırlıyor.  

Buna karşın Yeniçeriler, Patrona Halil önderliğinde ayaklanınca, III. Selim Nizam-ı Cedit ordusunu dağıtmak ve tahttan çekilmek zorunda kalıyor.

Patrona Halil'de, III. Selim'i kafese gönderip yerine amcasının oğlu IV. Mustafa'yı getirince, III. Selim'in yeniden padişah olmasını sağlamak için Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yürüyor.

Ancak Sultan IV. Mustafa'nın III. Selim'i boğdurması üzerine, Alemdar Mustafa Paşa II. Mahmut'u tahta getiriyor.

II. Mahmut'a gelince…  Osmanlının kötü gidişatını durdurmak için devlet düzenini batı tekniği ve kültürü üzerinden yenileme yoluna gidiyor.

Ayanlarla Sened-i İttifak'ı imzalaması, Vaka-ı Hayriye (Hayırlı Olay) ile Yeniçeri Ocağını bir gecede ortadan kaldırması, reform denemeleri derken yakalandığı hastalıktan kurtulamıyor ve vefat ediyor.

Takip eden süreçte Sultan Abdülmecit ve Mustafa Reşit Paşalar 1839 Tanzimat Fermanı'nı, 1856 Islahat Fermanı'nı ilan ediyor ve Rüştiye Mektepleri kuruyorlar.
 


Sadece ölmediler…

19'uncu yüzyılın son çeyreğinde de Sultan II. Abdülhamit'in Askeri Rüştiyesi kuruyor.

II. Abdulhamit de Batı burjuva kalkınmasının biçimsel yanını alıyor, özünü almıyor.

Sanıldığının aksine bazı ileri adımlar atmakla birlikte o da İmparatorluğu kurtarma ve beka siyasetini aşamıyor.

Bu bağlamda attığı en önemli adım herhalde Askeri Rüştiyeler oluyor.

Askeri rüştiyelerde başlangıçta Tanzimat paşalarının çocukları okuyor, ilk mezunlar ve Osmanlı ordusunun ilk komuta tabakası bunlardan oluşuyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda çözülme süreci yaygınlaşıp, Osmanlı bünyesindeki uluslar bağımsızlık savaşlarını geliştirdikçe, Askeri Rüştiyelere, Anadolu, Rumeli, Kafkas ve Balkan göçmenleri, esnaf ve toprak sahiplerinin çocuklarını kabul etmek kaçınılmaz oluyor.

Farklı ulusların kopuş süreci İslam'la iç içe gelişen bir milliyetçilik, bir nevi Osmanlı-Türk milliyetçiliğinin gelişme koşullarını hazırlıyor ve Türklük, İmparatorluğun asli bakiyesi biçiminde şekillenmeye başlıyor, süratle devleti çöküşten kurtarma ve kollamakla özdeşleşiyor.

Bu minvalde Askeri Rüştiyeler'de yetişen, küçük ve orta sınıf diyebileceğimiz genç Osmanlı subayları ortaya çıkıyor.

Sonradan önemlice bir kısmı İttihat-ı Terakki Cemiyeti içinde organize olacak olan bu subaylara "Genç Türkler" ya da "Jön Türkler" deniyor.

Bunlar beş büyük savaş ve savaş cephesi görüyor: Balkan, Trablusgarp, Galiçya, Çanakkale, I. Dünya Savaşı ve nihayet Cumhuriyetin kurulması ile sonuçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşı…

Bu savaşlarda büyük yararlıklar gösteriyorlar. Osmanlı halklarının ödedikleri bedellere ve çektikleri acılara tanık oluyorlar.

Osmanlı egemen zümresinin çürümüşlüğünü ve çağ dışılığını, İttihat-ı Terakki'nin çekirdek kadrosunun maceraperestliğini yaşayarak görüyorlar.

Adı geçen ve geçmeyen bu savaşlarda birçoğu da hayatını kaybediyor.

Savaşta yaşadıkları yoksunluklar, yaralanmalar, nihayet ölümleri sadece ölmeleriyle kalmıyor, "savaşın normali" imiş gibi unutuluyor, yok sayılıyorlar…

 
Sonrası var

Kalanlar ziyadesiyle gerçekçi oluyor. Çok şey görmüş geçirmişler.

Ödenen ağır bedeller, imparatorluğun dağılmasına tanıklık etmek onları eğitmiş.

Dünyanın verili ahvalinde Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşama şansının kalmadığı sonucuna varıyorlar.

İttihat-ı Terakki'nin çekirdek kadrosu kurtuluşu ülkeden kaçmakta bulurken, "kalanlar" Ulusal Kurtuluş Savaşı'na soyunuyor. Başlarında da Mustafa Kemal var.

Mustafa Kemal'in kendisi de sonuçta bir İttihatçılıktan gelme olmakla birlikte, yaşanan dünya da İttihatçı siyasetin bir karşılığı olmadığı, vatanın imparatorluk toprakları değil, Misak-ı Milli olduğu düşüncesine varıyor.

Kurtuluş sürecinde İttihatçı çekirdek kadronun bir belki iki ismiyle diyaloğunu koparmıyor ama o her daim kendi kararlarını veriyor.

Lozan'da Uluslararası meşruiyeti elde edince, muhalifi olarak aklında tuttuğu tüm ittihatçıları bir biçimde tasfiye ediyor…

İttihatçıları mı sadece, tüm muhalefeti tasfiye ediyor.

Meselenin başka bir boyutu da var. Belki Osmanlı'ya ilişkin "reddi-i miras" politikasının bir gereği, belki başka bir şey, bunu bilemiyoruz; iç dünyasında kaybolan silah arkadaşlarını nasıl yaşattı, onu da tam bilemiyoruz.

Resmi tarih çerçevesinde bildiğimiz, kendi kuşağının hâlâ kayıp olduğu ama kayıp kuşağın arda kalan en önemli şahsiyeti olarak bir grup arkadaşıyla birlikte tarihsel rolünü oynadığı ve cumhuriyeti kurduğudur.  

Trajik olan şu ki kendisiyle yürüyen silah arkadaşlarının önemli bir kısmını da kâh ipe yolladığı, kâh Kuruluşun herhangi aşamasında tasfiye ettiği, kâh Halide Edip Adıvar, Mehmet Akif Ersoy ve diğerlerini sürgüne gönderdiğidir vesaire…

Nedendir bilinmez ama bildiğim kadarıyla Osmanlı dönemine olsun, Kurtuluşun ve kuruluşun tarihi olsun yaşanmışlıklara hiç bu yönden bakmadığı, yazmadığı ve bu noktada bir duygu emaresi göstermediğidir.

Bu nedenle olmalı ki "Mustafa Kemal'i tek kelime ile tanımlasan nasıl tanımlarsın" diye sorduklarında "Devlet" demek aklımdan geçer…

 
Beklenen…

Genç Rüştiyeliler'in "vatanı kurtarma" ideali, yüzyıldır çağdaş, demokratik bir cumhuriyet ideali ile tamamlanmayı bekliyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU