Batı Karadeniz bölgesinde 11 Ağustos'ta meydana gelen aşırı yağışlar sonucunda Bartın, Kastamonu ve Sinop'ta sel ve su baskınları oluştu.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yapılan açıklamaya göre, şu ana hayatını kaybedenlerin sayısının 64'e yükseldi. AFAD, Kastamonu'da 54, Sinop'ta 9, Bartın'da 1 kişinin hayatını kaybettiği, 8 kişinin de tedavilerine hastanelerde devam edildiği duyurdu.
Bölgedeki yerel yöneticiler, henüz ulaşılamayan insan sayısının yüksek olması nedeniyle ölü sayısının artacağından endişe ediyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nın açıklamalarına göre, toplam 77 kişi hakkında ise kayıp ihbarı yapıldı.
Bölgede arama kurtarma çalışmaları devam ederken, afetzedelerin de yaraları sarılmaya çalışılıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçen haftalarda Türkiye'nin güney bölgelerinde yaşanan orman yangınlarının hemen ardından Batı Karadeniz'de sel felaketinin yaşanması da tartışmaları beraberinde getirdi.
Ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan sel felaketinin sebepleriyle ilgili birçok görüş ortaya atıldı. Kimisi küresel iklim değişikliğini sebep gösterirken, kimileri ise dere yataklarında oluşan hatalı yapılaşmaya dikkati çekti.
Uzman paleosismolog, yerbilimci Dr. Ramazan Demirtaş, Kastamonu Bozkurt'ta yaşanan sel felaketinin nasıl "afete dönüştüğünü" sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla anlattı.
Dere yatağının daraldığını söyleyen Demirtaş, "400 metre genişlikteki yatağı 15 metre genişliğindeki yatağa hapsedersek, su da 7-10 metre yükselir, sonuç afet olur" dedi.
#Bozkurt (#Kastamonu) Ezine Çayı seli nasıl afete dönüştü?
— Dr. Ramazan Demirtaş (@Paleosismolog) August 12, 2021
1-
-Taşkınovası yatak genişliği=400m
-Daraltılmış güncel yatak genişliği=15m
-Su tırmanma yüksekliği=7-10m
400m genişlikteki yatağı 15m genişliğindeki yatağa hapsedersek, su da 7-10 m yükselir, sonuç afet olur. pic.twitter.com/hE5rX2E3RW
Independent Türkçe'ye konuşan Dr. Ramazan Demirtaş, "Evvelinde lokal afetler oluyordu, gidiyordunuz afet bölgesinde yaraları sarıyordunuz. Ama şu anda bölgesel afetler olmaya başladı. Her defasında siz nereye kadar yaraları saracaksınız?.. Devletin de artık yaraları sarma politikasından vazgeçmesi gerekir" ifadelerini kullandı.
- Kastamonu, Bozkurt'ta oluşan sel felaketinde "suçlunun doğrudan dere yatağını 400 metreden 15 metreye daraltan ve dere yatağını imara ve yapılaşmaya açan insanoğlu" olduğunu ifade ettiniz. Bu daralma ve hatalı yapılaşma hakkında ne söylersiniz?
Bakın bunu yanlış anlıyorlar. Benim bahsettiğim olay şudur; bu dere yatağı, taşkın yatağının genişliği 400 metredir. Bir zamanlar bu dere 400 metre genişliğindeki bir alanı kullanmış. Dolayısıyla burası dere yatağıdır. Bu dere yatağı geçmişte alanını nasıl kullanmışsa, gelecek 50, 100 ya da 500 yıl içerisinde bir kere kullanır ve onu da afet yapar.
Benim burada dikkat çekmek istediğim husus; siz orayı yapılaşmaya açıp, orada yapay bir baraj oluşturursanız, doğal olarak afet olur. Dere yatağının içerisinde yapılaşma kesinlikle olmaması gerekiyor.
Yani burada insanlar şunu yanlış anlamaya çalışıyor: 400 metrede akarken dere 15 metreye daraltılmış diye bir şey yok. Bu dere yatağı günümüzde 15 metreye kadar kapatılmış. Belki misalen 50 metreyi, belki de 100 metreyi kullanıyorduk, fakat günümüzde 15 metreye kadar daralmış.
Dolayısıyla bu kadar daraltılınca, yapılaşma çok fazla olunca gelen su çok fazla geldiği için doğal olarak dere taşmak zorunda. Eğer orada yapılaşma olmasaydı bu dere normal akış seyri ile denize boşalacaktı. Fakat biz, derenin akışını ve akış yönünü engellemişiz, akışı engelleyen köprü, viyadükler ile menfezleri daraltmışız. Bunun sonucu da doğal olarak afet olur.
"Çözüm bulamayız. Şimdi tutup koskoca Bozkurt ilçesini nereye taşıyacaksınız?.."
Böylesi olaylar hemen her yerleşim yerimizde beklenen sonuçlardır. Buradan kaçış yok. Biz bu yanlışlıkları yapmışız, riskleri artırmışız; ondan sonra 'Hadi buna bir çözüm bulalım'… Çözüm bulamayız. Şimdi tutup koskoca Bozkurt ilçesini nereye taşıyacaksınız?.. Bu yapılaşmayı tamamlamışsınız zaten.
Fakat Google Earth'ten, Bozkurt'un 20 yıl öncesine bakın, son derece seyrek bir yerleşim alanı ve bu alanın daha çok dağlık alana, dağın eteklerine doğru oluştuğunu görürsünüz.
Bugün, dere yatağından yukarılara, dağın eteklerine bakıldığında ise hiçbir hasar olmadığı görülür.
Suyun bir tırmanma yüksekliği var ve bu dere 15 metrenin içine hapsolduğu için doğal olarak taşmaya başlıyor, taşınca da elbette su, şu an 7-10 metre civarında tırmanmış durumda.
Bugün bu su, binaların ikinci katına kadar ulaşıyorsa, bunun sebebi derenin yatağına sığmamasıdır.
"Yanlış yapılaşmış şehri taşımaya kalksanız, taşıyamayacaksınız"
- Dere yatağının yapılaşması ve afete neden olması ile ilgili olarak 20 yıllık bir zaman diliminden bahsediyorsunuz ve "Koskoca Bozkurt'u nereye taşıyacaksınız" diyorsunuz. "Çözümü yok bunun" ifadesini kullanırken sanıyorum kısa vadeli bir çözümü kastediyorsunuz. Peki, nedir çözüm? Bu afetlere engel olmak için ne yapılmalı?
Bakın şöyle bir şey var; mesela Bozkurt'taki bu felaketi yaşayan insanlar ya da sonraki bir iki nesil, bu şekilde bir tane afet görür. Ve sonrasında bizler unuturuz. Mesela bugün, 2021'de yaşanan bu afet, belki de bir daha 100, 200 hatta 500 yıl sonra olacak. Böyle olunca, "Geçmişte böyle bir afet olmadı" deniliyor. Oysaki olmuş durumda.
Dolayısıyla siz şu anda yanlış yapılaşmış şehri taşımaya kalksanız, taşıyamayacaksınız. Yeni yerleşim yerleri oluştursanız, planlı bir şekilde tutup, yerleşimi başka yerlere kaydırmaya çalışsanız bu kez şöyle bir şeyle karşılaşıyorsunuz: her depremde rastladığımız gibi, 'Yeni Düzce', 'Eski Düzce' ya da 'Yeni Gediz', 'Eski Gediz' gibi, birbirinden kopuk bir şehirleşme oluşuyor.
"Türkiye'nin bütün yerleşim yerlerinde biz bu riskleri kat kat artırmış durumdayız"
Fakat şöyle bir şey var; en azından planlı bir şekilde, 20, 30 ya da 50 yıl içerisinde yavaş yavaş bu yapıları kaydırmak gerekiyor. Bu kez de insanoğlu, "Dere yatağından yukarı gitsek, bu kez heyelan başlıyor" diyor.
Bunların ise çözümleri var. Siz heyelana karşı her türlü tedbiri alabilirsiniz, ama dere yatağının içerisinde tedbir alamazsınız. Dere, yatağını kullanacak. Ama bir heyelanı önleyebilirsiniz,, tutarsınız topoğrafik eğimi düzeltirsiniz, basamaklama, istinat, kazık yaparsınız, her türlü önlemi alabilirsiniz.
Ama bazı tedbirleri ise alamıyorsunuz. Ki bunlardan bir tanesi de depremdir. Fayın üzerinde siz yapı yapamazsınız. Ya da dere yatağının üzerinde yapamazsınız. Ama şöyle bir şey de var, Türkiye'nin bütün yerleşim yerlerinde biz bu riskleri kat kat artırmış durumdayız.
"Eskiden lokal afetler oluyordu yaraları sarıyordunuz. Bölgesel afetlere çözüm bulamazsınız"
Devletin de artık şundan vazgeçmesi gerekir: Yara sarmakla bu işler olmaz. Her defasında siz nereye kadar yaraları saracaksınız?..
Evvelinde lokal afetler oluyordu, gidiyordunuz afet bölgesinde yaraları sarıyordunuz. Ama şu anda bölgesel afetler olmaya başladı. Bölgesel afetlere çözüm bulamazsınız.
"Küresel iklim değişimi topu taca atmaktır. Artık, birileri hatasını kabul etmek zorunda"
- Sizin de bahsettiğiniz gibi Türkiye'de afetler ilk kez yaşanmıyor. Fakat küresel iklim değişikliği ile bu afetlerin daha da sıklaşacağı, küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkelerin başında ise Türkiye'nin geleceği söyleniyor. Bu hususta ne söylersiniz?
Bakın, bunlar tamamen sorumluluğu üzerinden atma olaylarıdır. İklim yeni değişmiyor. İklim krizi yeni oluşan bir şey değil. Biz yerbilimciler olduğumuz için, şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Birkaç on bin yıl geriye giderseniz, iklim bundan daha da kötüydü. Buzul çağlarından sonra erimelerin olduğu dönemler var; dünyanın ısınma dönemleri var… Bu, son 20 ya da 50 yılda olan bir olay değil.
Isınmanın etkisini biz her dönemde görüyoruz. Küresel iklim değişimine doğru birkaç on bin yıl geriye gidildiğinde bunların hepsi görülür. Bu inanın, topu taca atmaktır. Artık, birileri hatasını kabul etmek zorunda.
İklim değişikliği, küresel iklim krizi… tamam, 1950'li yıllardan sonra artan teknolojiye bağlı olarak yaşanan karbon salımı vs. birtakım şeyler değişti. Ama bu şu anlama gelmiyor: Siz riski artırmazsanız, küresel iklim değişikliği ya da aşırı yağış bir şey yapmaz. 20 ya da 30 yıl önce bu afet Bozkurt'ta yaşansaydı, dere yatağında hiçbir yapılaşmanın olmadığı yerde, sterse 640 kilogram yağış düşsün; akar giderdi kendi seyrinde.
Şimdi burada birçok insan hayatını kaybetti. Bunların hepsi hatalardan. Affedersiniz, birilerinin dünya hırsından, başka birileri canını kaybetti. Buna da bir son vermek gerekiyor artık.
"Her afette üzülüyoruz fakat afetlerden, hatalardan ders çıkarmalıyız"
- Bölgedeki HES'lerin riskinden de bahsediliyor. "HES'lerin regulataör kapakları açıldı mı, açılmadı mı" diye tartışılıyor. Bunun bir etkisi söz konusu olabilir mi?
Şimdi, birtakım komplo teorileri de üretilir burada. Ama bu sel felaketinin ana nedenini zaten söylüyoruz. Dere yatağı çok daralmış durumda. Siz gelip dere yatağının dibine kadar çok katlı binalar yapmışsınız.
Farz edin ki HES kapağı açıldı; o binalar orada olmasa, yine su o dere yatağından Karadeniz'e akacaktır.
Hep vurguladığım gibi, mutlaka bizim afetlerden ders çıkarmamız gerekir. Her defasında şunu söylüyorum: Tamam, her afette üzülüyoruz fakat hatalardan ders çıkarmalıyız.
"Artık devlet yara sarma politikasını bitirmek zorunda"
Ben Japonya'da bir yıl kaldım. İnanın Japonlar her afette hatalarını kabul eder ve bir sonrakinde o hataları tekrarlamaz. En son mesela 2011'de tsunami yaşandığında, 30 metre tsunamiye yönelik kriz alanı oluşturulmuştu fakat 50 metreye ulaştı. Ne yaptılar; "Biz 50 metrenin üzerinde yapmalıyız, tahmin edemedik" dediler. Hiç kimse "30 metre yaptık, 50 metrelik tsunami geldi" bahanesinin ardına saklanmadı.
Biz ne yapıyoruz; küresel ikim krizi ya da başka bahaneler üretiyoruz. Olaydan kendimizi soyutluyoruz. Artık birileri bu sorumlulukları kabul edip, hatalardan ders çıkarması gerekiyor. Yazık hakikaten, Bozkurt'ta olan afet, Türkiye'de yaşayan herkesin başına gelebilir.
Artık devlet yara sarma politikasını bitirmek zorunda. Ne kadar yara sarabilirsiniz?.. Bölgesel yangınlara giden ekonomik zararı düşünün, üzerine şu andaki bölgesel selleri de düşünün. Yarın olası bir depremde çok ciddi ekonomik zararlar meydana gelecektir.
Artık bunlar devletin, "şuraya şu kadar para gönderdim, buraya bu kadar gönderdim" demesiyle, yara sarmakla olacak işler değil.
"Bizim 50 ya da 100 yüz yıl sonrasına yönelik planlarımız yok"
- Sizin uzmanlık alanınız deprem… Afetleri çabuk unuttuğumuzdan söz ettiniz az evvel. Her deprem sonrası olası büyük Marmara depremi konuşuluyor. Ardından unutuyoruz. Şu zaman diliminde orman yangınları ve sel felaketlerini yaşadık. Peki, olası büyük bir deprem hakkında ne söylersiniz?
Evet, afetlerin aynı anda oluşması daha zor sonuçları olur. Yangınlar ve bölgesel bir sel aynı zamanda gerçekleşebiliyor, yarın büyük bir deprem olma olasılığı da çok yüksek… Yarın bir gün 9-10 şehri etkileyen Marmara depremi benzeri bir deprem olsa, bu kez biz bunun altından da kalkamayacağız. O zaman 300-500 bin binanın yıkıldığını; hasar aldığını göreceksiniz.
Her bir afet tamamen farklıdır. Yangınlar, seller ayrı; deprem bunlardan tamamen bağımsız. Hiçbir sel ya da yangın tutup bir depremi tetikleyemez. Bugün depremlerin en küçüğü dahi 2 ya da 3 kilometre derinliklerde olacak. Ortalama 15-20 kilometrede depremler oluyor.
Bu afetler, depremi tetikler mi deniyor; tetiklemez. Türkiye'de maalesef konusu dışında birçok uzman var. Bunlara da bir sınır getirmek gerekir. Uzman olunmayan konuda ahkam kesilmesi ciddi bir bilgi kirliliğine neden oluyor.
Marmara Depremi ile ilgili de çok ciddi sıkıntılar var. Kimsenin oluşacak bir depremin tarihini söyleyebilme şansı yok. Çünkü depremlerin oluşma aralıkları da sabit değil. Bir bakıyorsunuz 250 yılda, bir bakıyorsunuz 400 yılda oluşabiliyor o deprem.
Kimi zaman fay hattı tek parçalı kırılırken, kimi zaman çok parçalı kırılabiliyor. Tek parçalı kırılırsa uzun bir zaman geçiyor, çok parçalı kırılırsa daha düşük büyüklükler oluşuyor. Bunların periyodlarını biz oturup matematiksel bir formüle dökemiyoruz.
Dolayısıyla bizim 50 yıl ya da 100 yüz yıl sonrasına yönelik planlarımız olmalı. Fakat ne yazık ki bir yıl sonrasına da 100 yüz yıl sonrasına da yönelik planlarımız yok. Olan planlarımız da kağıt üzerinde, göstermelik durumda. Bunu bir türlü hayata geçiremiyoruz, çünkü riski artırmış oluyoruz.
Yani şu anda söylendiği gibi "Bozkurt ilçesini ne yapacağız?" Bu kadar binayı nasıl taşıyacaksınız?.. Ama bu afetten sonra bir çözüm bulunması gerekir. Dere yatağından uzaklaşacağız. Başka çaresi yok bunun.
© The Independentturkish